Bu yazı çok hissedenler ve çok düşünenler için.
Belki bu kadar çok hissetmek istemeyenler için.
Belki düşünüp dursa da aynı şeyleri hissetmeye devam edenler için.
Bir çözümüm yok. Çünkü bunun bir sorun olduğunu düşünmüyorum. Ama bir yaklaşım önerim var kendi deneyimimden gelen:
Neden böyle hissediyorum diye sormayı bırakmak, gerçekten ne hissediyorum'a bakmak.
Bu sorunun muhatabı da zihin değil, beden.
Beden çok özel.
Zihin daha tam anlamlandıramadan hissediyor beden, tepki veriyor.
Kişisel gelişim ve iyilik halini destekleyen bir çok yaklaşım düşünceyle çalışıyor. Benim mesleğim olan koçluk mesela. Duygular tabi ki sürecin parçası ama sıklıkla duygular üzerine düşünüyoruz. Daha önce yardımını gördüğüm cognitive behavioral therapy de mesela (bilişsel davranışçı terapi) iyilik hissedilmeyen uzun soluklu duygusal durumların düşünsel çarpıtmalardan kaynaklandığını temel alıyor, duygu durumlarıyla birlikte gelen otomatik düşünceleri açıklığa kavuşturarak bunların gerçekliğini sorguluyor.
Ama bedenle çalıştıkça bedenin gücünü hissediyorum ve daha da merak ediyorum. Merak ettikçe araştırıyorum ve aradığımı görüyorum, öğreniyorum.
Beden çok özel.
Zihin daha tam anlamlandıramadan hissediyor beden, tepki veriyor.
Şunu öğrendim mesela: beden kayıt tutuyor-hatta bu isimle bir kitap da var. (Beden Kayıt Tutar, Bessel A. van der Kolk) Beden şok anlarında hayatta kalmak için o anı tamamiyle kaydediyor. Ve bu kayıt serbestleşinceye kadar o kayıt anındaki değişkenlerden biri ortaya çıktığında beden kayıt aldığı durumdaki tepkisine benzer bir tepki verebiliyor.
Diyelim ki çok küçükken bir maceraya atıldım, evden çıkıp markete gittim, dönüş yolunda annemin canhıraş bir halde bana doğru geldiğini gördüm.
O an çok küçük bir an olsa ve de yaşamsal bir tehlike içermese da benim için bir şok anı olabilir ve bedenim bunu kayıt altına almış olabilir. Şimdi istediğim bir işe kalkışırken (macera isteği) bedenim o annemin tepkisinden korku, çaresizlik, öfke hissini tekrar açığa çıkarıyor olabilir. Belki bu duygu şu yetişkin yaşımda markete giderken geliyor, ya da yalnız olduğumu düşündüğüm bir anda birileriyle karşılaştığımda... O olaydaki herhangi bir değişkene benzer bir olgu bedenimde o günkü aynı tepkiyi oluşturabilir. Ve belki ben bu tepkiyi korku diye adlandırıyorum.
Yukarıda bahsettiğim olay büyük bir travma değil. Yani büyük ihtimalle hatırlamayacağımdır bile. Bunun gibi binlerce kayıt var bedenimde. Ve hislerimin çoğu bu eski kayıtlardan birinin varyasyonu.
Dolayısıyla neden böyle hissediyorum diye sormak çoğu zaman bir fayda sağlamayacaktır çünkü hangi eski kaydı beden dikkatime getirdi bilmiyorum.
Eğer kendinize ne oldu da böyle hissettim diye soruyorsanız, büyük ihtimalle bir cevap da bulacaksınız. Ama o cevap büyük ihtimalle eksik olacak çünkü bütün resmi görmek mümkün değil.
Bütün Resim
Bütün resim diyince bugüne kadar yaşadığınız ama farkında bile olmadığınız irili ufaklı tüm travmaların dışında, sizin yaşamadığınız ama ailenizin yaşadığı ve duyduğunuz veya nesiller boyu aktarılan kayıtlardan gelen travmaları da katmamız gerekebilir.
İnsan kendini ayrı bir birey görse de inanılmaz bir sosyal ağın parçası. Birbirimizin duygularını hissediyoruz, birbirimizin düşüncelerini de zihnimize alıyor olabiliriz. Tüm bunlar olurken bedenimiz aslında başkasının bedenini aynalıyor ya da başkasının his ya da duygularının bizde aktive ettiği kaydı yaşatıyor olabilir.
Yani hissettiğiniz duygusal durumu bir gerekçeye bağlamak neredeyse mümkün değil. Bunu yapma isteğimizi anlıyorum. Çözüm bulmak istiyoruz. Kontrol edebilmek istiyoruz. Bunu bir daha yaşamamak istiyoruz. Ama bulduğumuz gerekçe gerçeğin kendisi değil, bir tutaç sadece. Eğer gerçeği olduğu gibi kucaklamaya hazır değilsek tutaçlar faydalı olabilir. Tamamen bırakmaktansa, bizi gerçekle temasta tutabilir. Güvende hissetmemizi sağlayabilir. Özellikle yeni deneyimler yaşamak istiyorsak güvenli bir bedene ihtiyacımız var ve biliyor olmak, kontrolde olduğunu hissetmek bu güveni sağlıyor olabilir.
Ama ben tutaçla yaşamak istemiyorum. Gerçeği yaşamak istiyorum.
Çünkü gerçek 'yaşamak' bence gerçekle yaşamaktır.
Bedenimdeki hislerin gerçek olduğunu biliyorum.
Bulduğum sebebinse gerçek olmama ihtimalinin çok yüksek olduğunu biliyorum.
Dolayısıyla gerçekte kalmayı tercih ediyorum.
Gerçekle yani Hislerle Kalmak
Deneyimimden bildiğim bir şey var, bir hisle onu anlamlandırmadan, yorumlamadan, bir sebebe bağlamadan kaldığında birkaç şey oluyor.
Bir: O duyguda değişmeler oluyor. Dalga olarak bedenine yayılıp, denizin çekilmesi gibi arka plana düşebiliyor duygu. Bazen de alev gibi yalayıp, yakarak terkediyor.
İki: Duyguyla kalmayı deneyimledikçe, o dalgaları ve alevleri kucaklayabildiğini gördükçe duygu sana geldiğinde eskisi gibi korkmuyorsun. Daha rahatça buyur edebiliyorsun. Bir samimiyet gelişiyor bu duyguyu tanıyor olmaktan. Bu duygu geldikçe ve sen kapını açtıkça yavaş yavaş bu duyguyla birlikte sevgi de geliyor. Kendi kırık kalbine şefkat duymaya başlıyorsun.
Üç: Bazen o duygu bedendeki kaydından daha büyük bir parçayı su yüzüne çıkartıyor. Yüzün hiç beklemediğin bir tiksinti şeklini alabiliyor mesela ve gözünün önüne anlar gelmeye başlıyor. Belki bu o şok anlarından biridir, belki de değildir, bilemiyorum. Ama o görüntülere tanık oldukça kendi acına tanık olma şansın oluyor, kendini kucaklama ve şefkat gösterme şansın oluyor ve savaşmayı bırakabiliyorsun çünkü bu karşına çıkmasın diye savaşmıştın, artık gördün, savaşacak bir şey yok, beden ve zihin birleşebilir artık.
Dört: Savaşma azaldıkça içindeki istek ve arzuların sesi duyulmaya başlıyor. Gerçekten ilgilendiğin şeyleri görebiliyorsun ve seçebiliyorsun. Belki de seni sen yapan şeylerin farkına varmaya başlıyorsun. Artık tepkisel bir yönelim değil, yaratıcı bir yönelim başlıyor dünyaya karşı senin varlığından.
Duygularla onları bir sebebe bağlamak zorunda olmadan kalmanın uzun dönemde faydası içsel bir güvenlik hissi ve kendine güven oluyor.
Duyguların gelince onlarla kalabileceğini bildiğinden duyguların karar merkezin olmaktan çıkıyor artık. Sakin güvenli tam bir bilinç halinle gerçek isteklerin doğrultusunda karar verebiliyorsun.
Duygularla kalabilmek devamlı bir pratik. Kaldıkça kalabilme gücü artıyor bir kasın gelişimi gibi.
Ve her duygu dalgası bu pratik için bir davet.
Bu satırları yazarken ben bir davet aldım mesela.
Benden bir örnek
Konsantre olmuş yazarken eşim Fabio içeri girdi ve bana birkaç konuda fikir sormaya başladı. Yazıyor olduğumu söylesem de devam etti. Bir anda sinirlerim tepeme fırladı. Biraz sesimi yükselttim. Bölündüğüm için kızgın olduğumu söyledim. Ona kızmak istemediğimi, bunun için üzgün olduğumu ama benim için konsantre olarak yazmanın çok önemli olduğunu söyledim. O gittiğinde hala sinirim geçmemişti. Oturdum sinirimle. Kalbim küt küt atıyor, yanaklarım yanıyor, karnım buruluyordu. Kollarımı kaskatı hissettim. Nefes alıp verdim. Nefesimi hissettim. Öyle, nefes alarak bu hislerle oturdum. Sonra bir üzgünlük hissi geldi. Omuzlarım çöktü. Kalbim sızladı. "İstediğimi yapamam" gibi bir ses geldi. Bu hislerle oturdum. 10 dakika sonunda kızgınlığım yok olmuştu, bedenimde hala bazı hisler canlıydı ama başlangıçtan çok daha farklıydı. Neden böyle oldu diye sormamış olsam da gözümün önüne geldi geçmişten üzgün ve çaresiz hal. Ve o halimi öyle kabul ettim. Kendi yasıma şahit oldum. Ve yazmaya devam ettim.
Öyle hayatın içinde bir pratik işte bu.
Ve gün içinde ne çok fırsat geliyor pratik için.
O pratikler bize neler gösterecek?
Görmemizi bekleyen gerçeklerimizi, kırılgan kalbimizi, yaşamlarımızın biricikliğini, sevgiyi.
O sevgide hep beraberiz.